Yrd.Doç.Dr.Erdoğan Saraçoğlu

Dil çalışmaları ve Atatürk





Dilimizin sadeleştirilmesi çalışmaları

   Türkçenin yazı dili ile sadeleştirilmesi, yabancılıklarından arındırılması düşüncesi Atatürk’ü Ulusal Kurtuluş Savaşı yıllarından beri, hep meşgul etmişti. Bir toplumun düşünce alanında gelişmesinin, dilin yetkinliği ve zenginliği ile mümkün olacağına inanan Atatürk, dilimizi yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmak, onun ulusal benliğine kavuşmasını sağlamak için Türkçenin yapısına uygun olmayan, öğretimi ve öğrenimi güç olan Arap alfabesini kaldırarak yerine Latin alfabesine dayalı Türk alfabesini getirmeyi amaçlamıştı.
   Kurtuluş savaşından sonra Atatürk bir konuşmasında şöyle demiştir: “Zafer bir düşüncenin üretimine hizmet oranında değer ifade eder. Bir düşüncenin üretimine dayanmayan zafer, kalıcı olamaz. O, boş bir gayrettir. Her büyük meydan savaşından, her büyük zaferin kazanılmasından sonra, yeni bir âlem doğmalıdır. Yoksa başlı başına zafer, boşa gitmiş bir gayrettir.” Bir başka konuşmasında ise: “Üç buçuk sene süren bu mücadeleden sonra, bilim bakımından, eğitim bakımından mücadelemize devam edeceğiz ve eminim ki bunda da başarılı olacağız.” demiştir.
   Atatürk bu düşünceleriyle Kurtuluş Savaşımıza bitmiş gözü ile bakmıyordu. Ona göre gerçek savaş, savaş alanında elde ettiğimiz bu başarıdan sonra başlayacaktı. Bu savaş, toplumu her alanda değiştirme, çağdaşlaştırma savaşı olacaktı.
  

Atatürk’ün harf devrimi
 

    Atatürk, 29 Ekim 1923’te Cumhuriyeti ilan ettikten sonra; toplumu geliştirme, çağdaşlaştırma, toplum yapısının dokusunu meydana getiren temel kurumlarda köklü değişiklikler yapmayı amaçlayan bir dizi devrim başlatmıştı. Aralık 1925’te miladi takvim kabul edilmiş, 10 Nisan 1926’da ekonomik kuruluşlarda Türkçe kullanılması zorunlu tutulmuştu. Mayıs 1928’de de yeni rakamlar kabul edilmişti. Yapılan bu çalışmalardan sonra, dil işlerinin de ele alınması zamanının geldiğini düşünen Atatürk, 9 Ağustos 1928’de Sarayburnu Parkındaki halk toplantısında bir konuşma yaptı: “Arkadaşlar, bizim uyumlu zengin dilimiz yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir. Yüzyıllardan beri kafalarımızı demir çerçeve içinde bulunduran, anlaşılmayan ve anlamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak ve bu gereği anlamak zorundasınız. Anladığımızın izlerine yakın zamanda, bütün dünya tanık olacaktır. Çok işler yapılmıştır. Ama bugün yapmak zorunda olduğumuz son değil, lakin çok gerekli bir iş daha vardır. Yeni Türk harfleri çabuk öğrenilmelidir. Türk harflerini her yurttaşa, kadına, erkeğe, hamala, sandalcıya öğretiniz. Bunu yurtseverlik ve ulusseverlik ödevi biliniz. Bu ödevi yaparken düşününüz ki bir ulusun, bir sosyal topluluğun yüzde onu, yirmisi okuma yazma bilir, yüzde sekseni bilmezse bu ayıptır. Bundan insan olarak utanmak gerekir. Bu ulus, utanmak için yaratılmış değildir. Övünmek için yaratılmış, tarihi övünçlerle dolu bir ulustur” diyen Atatürk, bu sözlerinin ardından da: “Güzel dilimizi ifade etmek için yeni Türk harflerini kabul ediyoruz” demiş ve bu müjdeyi alan kalabalık tarafından coşkuyla alkışlanmıştır.
   Atatürk’ün Sarayburnu’ndaki konuşmasından sonra yurdun her yerinde aydınlarla halk, yeni harfleri öğrenmek ve öğretmek için yarışa girmiştir. Bu amaçla Millet Mektepleri açılmış, bütün yurt baştanbaşa bir dershane haline gelmiştir. Atatürk, halka alfabeyi tanıtmak için yurt gezilerine çıkmıştır. Sinop’ta Köy Yatılı Okulu’nun bahçesinde iki saat tahta başında halka ders vermiş; arabacı Bekir Ağa’ya yeni harflerden birkaç harf öğretmiş, sonra da bu nedenle: “Eski biçim imlayı, kesin olarak hatırdan çıkarmak gerekir.” demiştir.
   Yeni bir alfabenin kabul edilmesi, Türkçenin özleşmesi, gelişmesi yolunda büyük bir aşama olmuştur. Atatürk değişik zamanlarda yaptığı konuşmalarda, Türkçenin yabancılıklarından arındırılması gereğini vurgulamış, Türkçenin aslında zengin bir dil olduğunu, bilinçle işlenmesi gerektiğini istemiştir. Atatürk, bir başka konuşmasında ise şöyle der: “Türk dili zengin,  geniş bir dildir. Her kavramı ifadeye kabiliyeti vardır. Yalnız onun bütün varlıklarını aramak, bulmak, toplamak, onlar üzerinde işlemek gerekir. Milli his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması milli hissin gelişmesinde başlıca etkendir.
  

Türk Dil Kurumu’nun kuruluşu
 

   Türk dilinin de tarihiyle birlikte incelenmesi gerçeğini bilen Atatürk: “Artık dil işlerini düşünecek zaman gelmiştir.” demiş ve 12 Temmuz 1932’de o günkü adıyla Türk Dili Tetkik Cemiyeti’ni kurdurmuştur. Cemiyetin kurucuları, başta Mustafa Kemal olmak üzere, Yakup Kadri, Ruşen Eşref, Celal Sahir ve SamihRifat’tır. 1934’te yapılan kurultayda cemiyetin adı, Türk Dili Araştırma Kurumu; 1936’daki kurultayda ise “Türk Dil Kurumu” olmuştur.
   Dilin Türkçeleştirilmesi ve zenginleştirilmesi için dil konusundaki tartışmaların ve izlenecek yolların saptanması amacıyla, 26 Eylül 1932’de ilk Türk Dil Kurultayı toplanmıştır. Kurultayın ardından hızla çalışmalara başlanmış, yurdun her köşesinde Söz Derleme Ocakları kurularak halk ağzından derlemeler yapılmıştır. On dokuz ay gibi kısa bir sürede 130 bin fişlik söz derlenmiş, derlenen bu sözcükler kurumda toplanmış, daha sonra 12 cildi bulacak olan “Derleme Sözlüğü” çalışmalarına başlanmıştır.
   Derleme işlerinin yanı sıra, dilimizdeki yabancı sözcüklere Türkçe karşılıklar aranmış, bu konuda soruşturmalar düzenlenmiştir. Hemen her gün on, on beş yabancı sözcük dizisine, Türkçe karşılıkların aranması istenmiştir.
   Gazete ve dergilerde özel dil köşeleri açılmış, bu köşelerde yabancı sözcüklerin eleştirileri yapılmış, önerilen yeni sözcüklerle ilgili yazılar yayınlanmaya başlanmıştır. Kısacası bütün toplum, açılmış olan bu dil seferberliğine katılmıştır.
   Halk ağzından derlemeler yapmak, yeni sözcükler türetilmekle yetinilmemiş, Türkçenin eski kaynaklarına da gidilerek eski metinler dilciler tarafından titizlikle taranmış; bu taramalar sonunda sözlük niteliği taşıyan ancak bugün yazı dilimizde kullanılmayan sözcükler saptanmış ve bu sözcüklerden oluşan “Osmanlıcadan Türkçeye Söz Karşılıkları Tarama Dergisi” ortaya çıkmıştır.
  

Terimlerin Türkçeleştirilmesi çalışmaları
 

   Atatürk terimlerin Türkçeleştirilmesine çok önem veriyordu. Temmuz 1932’de Türk Dil Kurumu için çizdiği çalışma kolları planında terimler için özel komisyonlar oluşturulmasını istemişti. Her bilim dalı için ayrı ayrı komisyonlar kurulmuş, “Terim Merkez Kurulu” diye adlandırılan bu komisyonların çalışmaları sonucunda, 1936-1937 yıllarında, sekiz bilim dalına ait 4062 terim bulunmuştur. Bu terimler kurumca ayrı ayrı listeler halinde yayımlanmış, aynı zamanda Kültür Bakanlığı’na da sunulmuştur. Bakanlık bunları benimseyerek 1937 yılı sonunda yeniden listeler halinde bastırmış, öğretmenlere dağıtmış ve ders kitaplarına almıştır. Terimleri düzenlemiş olan bilim kolları: matematik, fizik, mekanik, kimya, biyoloji, zooloji, botanik, jeolojidir. Daha sonra bunlara astronomi de eklenmiştir.
   Atatürk, terim çalışmalarına bizzat kendisi de katılmış ve bugün kullandığımız matematik terimlerinin birçoğunu dilimize kazandırmıştır. Türk Dil Kurumu başuzmanı A. Dilaçar’ın bir yazısından öğrendiğimize göre Atatürk, 1936’da yapılan üçüncü kurultaydan hemen sonra, 1936-1937 yılı kış aylarında “Geometri” adlı bir kitap yazmıştır. Atatürk’ün yazdığı bu kitap matematik ve geometri öğretmenleri ile bu konuda kitap yazacak olan Türk bilim insanlarına yardımcı olmak amacıyla 1937’de Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yayımlanmıştır. Kırk dört sayfadan oluşan kitaptaki tanımların kavramı, tüm öğeleriyle birlikte, eksiksiz ve açık biçimde Atatürk tarafından anlatılmakta ve en önemlisi o güne kadar kullanılan yabancı terimlere, Türkçe karşılıklar önerilmektedir.

Dil çalışmaları ve Atatürk

Yorumlar kapalı.

Yrd.Doç.Dr.Erdoğan Saraçoğlu

Dil çalışmaları ve Atatürk





Dilimizin sadeleştirilmesi çalışmaları

Türkçenin yazı dili ile sadeleştirilmesi, yabancılıklarından arındırılması düşüncesi Atatürk’ü Ulusal Kurtuluş Savaşı yıllarından beri, hep meşgul etmişti. Bir toplumun düşünce alanında gelişmesinin, dilin yetkinliği ve zenginliği ile mümkün olacağına inanan Atatürk, dilimizi yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmak, onun ulusal benliğine kavuşmasını sağlamak için Türkçenin yapısına uygun olmayan, öğretimi ve öğrenimi güç olan Arap alfabesini kaldırarak yerine Latin alfabesine dayalı Türk alfabesini getirmeyi amaçlamıştı.

Kurtuluş savaşından sonra Atatürk bir konuşmasında şöyle demiştir: “Zafer bir düşüncenin üretimine hizmet oranında değer ifade eder. Bir düşüncenin üretimine dayanmayan zafer, kalıcı olamaz. O, boş bir gayrettir. Her büyük meydan savaşından, her büyük zaferin kazanılmasından sonra, yeni bir âlem doğmalıdır. Yoksa başlı başına zafer, boşa gitmiş bir gayrettir.” Bir başka konuşmasında ise: “Üç buçuk sene süren bu mücadeleden sonra, bilim bakımından, eğitim bakımından mücadelemize devam edeceğiz ve eminim ki bunda da başarılı olacağız.” demiştir.

Atatürk bu düşünceleriyle Kurtuluş Savaşımıza bitmiş gözü ile bakmıyordu. Ona göre gerçek savaş, savaş alanında elde ettiğimiz bu başarıdan sonra başlayacaktı. Bu savaş, toplumu her alanda değiştirme, çağdaşlaştırma savaşı olacaktı.

Atatürk’ün harf devrimi

Atatürk, 29 Ekim 1923’te Cumhuriyeti ilan ettikten sonra; toplumu geliştirme, çağdaşlaştırma, toplum yapısının dokusunu meydana getiren temel kurumlarda köklü değişiklikler yapmayı amaçlayan bir dizi devrim başlatmıştı. Aralık 1925’te miladi takvim kabul edilmiş, 10 Nisan 1926’da ekonomik kuruluşlarda Türkçe kullanılması zorunlu tutulmuştu. Mayıs 1928’de de yeni rakamlar kabul edilmişti. Yapılan bu çalışmalardan sonra, dil işlerinin de ele alınması zamanının geldiğini düşünen Atatürk, 9 Ağustos 1928’de Sarayburnu Parkındaki halk toplantısında bir konuşma yaptı: “Arkadaşlar, bizim uyumlu zengin dilimiz yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir. Yüzyıllardan beri kafalarımızı demir çerçeve içinde bulunduran, anlaşılmayan ve anlamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak ve bu gereği anlamak zorundasınız. Anladığımızın izlerine yakın zamanda, bütün dünya tanık olacaktır. Çok işler yapılmıştır. Ama bugün yapmak zorunda olduğumuz son değil, lakin çok gerekli bir iş daha vardır. Yeni Türk harfleri çabuk öğrenilmelidir. Türk harflerini her yurttaşa, kadına, erkeğe, hamala, sandalcıya öğretiniz. Bunu yurtseverlik ve ulusseverlik ödevi biliniz. Bu ödevi yaparken düşününüz ki bir ulusun, bir sosyal topluluğun yüzde onu, yirmisi okuma yazma bilir, yüzde sekseni bilmezse bu ayıptır. Bundan insan olarak utanmak gerekir. Bu ulus, utanmak için yaratılmış değildir. Övünmek için yaratılmış, tarihi övünçlerle dolu bir ulustur” diyen Atatürk, bu sözlerinin ardından da: “Güzel dilimizi ifade etmek için yeni Türk harflerini kabul ediyoruz” demiş ve bu müjdeyi alan kalabalık tarafından coşkuyla alkışlanmıştır.

Atatürk’ün Sarayburnu’ndaki konuşmasından sonra yurdun her yerinde aydınlarla halk, yeni harfleri öğrenmek ve öğretmek için yarışa girmiştir. Bu amaçla Millet Mektepleri açılmış, bütün yurt baştanbaşa bir dershane haline gelmiştir. Atatürk, halka alfabeyi tanıtmak için yurt gezilerine çıkmıştır. Sinop’ta Köy Yatılı Okulu’nun bahçesinde iki saat tahta başında halka ders vermiş; arabacı Bekir Ağa’ya yeni harflerden birkaç harf öğretmiş, sonra da bu nedenle: “Eski biçim imlayı, kesin olarak hatırdan çıkarmak gerekir.” demiştir.

Yeni bir alfabenin kabul edilmesi, Türkçenin özleşmesi, gelişmesi yolunda büyük bir aşama olmuştur. Atatürk değişik zamanlarda yaptığı konuşmalarda, Türkçenin yabancılıklarından arındırılması gereğini vurgulamış, Türkçenin aslında zengin bir dil olduğunu, bilinçle işlenmesi gerektiğini istemiştir. Atatürk, bir başka konuşmasında ise şöyle der: “Türk dili zengin,  geniş bir dildir. Her kavramı ifadeye kabiliyeti vardır. Yalnız onun bütün varlıklarını aramak, bulmak, toplamak, onlar üzerinde işlemek gerekir. Milli his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması milli hissin gelişmesinde başlıca etkendir.

Türk Dil Kurumu’nun kuruluşu

Türk dilinin de tarihiyle birlikte incelenmesi gerçeğini bilen Atatürk: “Artık dil işlerini düşünecek zaman gelmiştir.” demiş ve 12 Temmuz 1932’de o günkü adıyla Türk Dili Tetkik Cemiyeti’ni kurdurmuştur. Cemiyetin kurucuları, başta Mustafa Kemal olmak üzere, Yakup Kadri, Ruşen Eşref, Celal Sahir ve Samih Rifat’tır. 1934’te yapılan kurultayda cemiyetin adı, Türk Dili Araştırma Kurumu; 1936’daki kurultayda ise “Türk Dil Kurumu” olmuştur.

Dilin Türkçeleştirilmesi ve zenginleştirilmesi için dil konusundaki tartışmaların ve izlenecek yolların saptanması amacıyla, 26 Eylül 1932’de ilk Türk Dil Kurultayı toplanmıştır. Kurultayın ardından hızla çalışmalara başlanmış, yurdun her köşesinde Söz Derleme Ocakları kurularak halk ağzından derlemeler yapılmıştır. On dokuz ay gibi kısa bir sürede 130 bin fişlik söz derlenmiş, derlenen bu sözcükler kurumda toplanmış, daha sonra 12 cildi bulacak olan “Derleme Sözlüğü” çalışmalarına başlanmıştır.

Derleme işlerinin yanı sıra, dilimizdeki yabancı sözcüklere Türkçe karşılıklar aranmış, bu konuda soruşturmalar düzenlenmiştir. Hemen her gün on, on beş yabancı sözcük dizisine, Türkçe karşılıkların aranması istenmiştir.

Gazete ve dergilerde özel dil köşeleri açılmış, bu köşelerde yabancı sözcüklerin eleştirileri yapılmış, önerilen yeni sözcüklerle ilgili yazılar yayınlanmaya başlanmıştır. Kısacası bütün toplum, açılmış olan bu dil seferberliğine katılmıştır.

Halk ağzından derlemeler yapmak, yeni sözcükler türetilmekle yetinilmemiş, Türkçenin eski kaynaklarına da gidilerek eski metinler dilciler tarafından titizlikle taranmış; bu taramalar sonunda sözlük niteliği taşıyan ancak bugün yazı dilimizde kullanılmayan sözcükler saptanmış ve bu sözcüklerden oluşan “Osmanlıcadan Türkçeye Söz Karşılıkları Tarama Dergisi” ortaya çıkmıştır.

Terimlerin Türkçeleştirilmesi çalışmaları

Atatürk terimlerin Türkçeleştirilmesine çok önem veriyordu. Temmuz 1932’de Türk Dil Kurumu için çizdiği çalışma kolları planında terimler için özel komisyonlar oluşturulmasını istemişti. Her bilim dalı için ayrı ayrı komisyonlar kurulmuş, “Terim Merkez Kurulu” diye adlandırılan bu komisyonların çalışmaları sonucunda, 1936-1937 yıllarında, sekiz bilim dalına ait 4062 terim bulunmuştur. Bu terimler kurumca ayrı ayrı listeler halinde yayımlanmış, aynı zamanda Kültür Bakanlığı’na da sunulmuştur. Bakanlık bunları benimseyerek 1937 yılı sonunda yeniden listeler halinde bastırmış, öğretmenlere dağıtmış ve ders kitaplarına almıştır. Terimleri düzenlemiş olan bilim kolları: matematik, fizik, mekanik, kimya, biyoloji, zooloji, botanik, jeolojidir. Daha sonra bunlara astronomi de eklenmiştir.

Atatürk, terim çalışmalarına bizzat kendisi de katılmış ve bugün kullandığımız matematik terimlerinin birçoğunu dilimize kazandırmıştır. Türk Dil Kurumu başuzmanı A. Dilaçar’ın bir yazısından öğrendiğimize göre Atatürk, 1936’da yapılan üçüncü kurultaydan hemen sonra, 1936-1937 yılı kış aylarında “Geometri” adlı bir kitap yazmıştır. Atatürk’ün yazdığı bu kitap matematik ve geometri öğretmenleri ile bu konuda kitap yazacak olan Türk bilim insanlarına yardımcı olmak amacıyla 1937’de Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yayımlanmıştır. Kırk dört sayfadan oluşan kitaptaki tanımların kavramı, tüm öğeleriyle birlikte, eksiksiz ve açık biçimde Atatürk tarafından anlatılmakta ve en önemlisi o güne kadar kullanılan yabancı terimlere, Türkçe karşılıklar önerilmektedir.

               

Dil çalışmaları ve Atatürk

Yorumlar kapalı.