Lozan Anlaşması ve Kıbrıs Vakıfları



featured


Milli Arşiv ve Araştırma Dairesi Kurucusu, eski Müdürü Evkaf Uzmanı Mustafa Haşim Altan, Türkiye ile dayanışma içerisinde olan Kıbrıs Türklerinin Lozan’da alınan kararla daha da mağduriyete uğradığını, ancak Türkiye ile bağlarını koparmadığını vurguladı…

   Altan,Lozan Barış Antlaşması’nın Vakıflarla doğrudan bir bağlantısı olduğu söylenemez. 1914’te Ada’nın İngiltere tarafından tek taraflı olarak dokuz yıl boyunca süregelen işgali 1923 Lozan Antlaşması ile sona erdirilmiş, Ada’nın tümüyle İngiltere’ye devri sağlanarak 1878 Konvensiyonu ise ortadan kaldırılmıştır. Lozan Antlaşması’nın Kıbrıs’la ilgili kararı, İngilizlerin Kıbrıs konusunda öteden beri tasarladıkları işgal zihniyeti ve çabalarının sonucu ve göstergesidir” dedi.

SORU: “Kıbrıs’ta İngiliz Sömürge Döneminde (1878-1960) vakıflarla ilgili olarak yapılan yasal düzenlemeler” konusuna açıklık getirebilir misiniz?

ALTAN: Bu konu, üzerinde önemle durulması gereken bir konudur. Hukukun hakları koruması gerektiği bir dönemde, yine hukuk düzenlemeleri bahanesiyle Vakıf hukukuna yapılmış olan bir takım İngiliz usulü düzenlemeleri ibretle izlenmesi gerekir. İngiliz Sömürge yönetimi öncesinde ve sonrasında varlığını sürdürmekte olan Vakıfların, “Menfaati ibadullaha ait olmak üzere hayır ve iyilik amacı ile kişilerin öz be öz mülkünü vakıf etme” esasına dayalı dini bir kurum olması hasebiyle İslam Hukuku’nun bir parçası olan Evkaf Hükümleri (Ahkamu’l-Evkaf) ne dayalı olarak yönetilmiştir. Vakıf Kurumunun Ahkamu’l-Evkaf’ın dışında farklı yasalar altında işleme tabi tutulması kuşkusuz bu Kurumun bir kısım bağlantılılarının ortadan kalkmasına ve zarar görmesine neden olacaktır. Bunun da en bariz örneklerini (1878 – 1960) İngiliz Sömürge İdaresi ile bu dönemi takip eden (1960 – 1974) Kıbrıs Cumhuriyeti ve sonrasında yapılan uygulamalarda görebilmekteyiz.

   Ahkamu’l-Evkaf Hükümlerine aykırı bir şekilde Vakıflar aleyhine dönüştürülen ve vakıfları zarara sokacak şekilde tanzim edilen yasalarla uygulama yapanların elbette ki Evrensel Hukuk Kuralları dışına da çıktıkları muhakkaktır. Belirtilen süreç içerisinde vakıf hükümlerine ters düşen yasalarla yapılan uygulamalar sonucu Kıbrıs Türk Vakıflarının özellikle gayr-ı menkul’lerinin (Taşınmaz) %90’lara varan büyük bir bölümü “Evkaf’ın Mülkiyetinden Çıkarılmış”; sonuç itibariyle de bu malların özel mülk haline dönüştürülmesinden sonra da her biri bir “sorun yumağı” halinde karşımıza çıkmıştır.

SORU: Vakıflar konusunda “Yapılan Yasal Değişiklikler”, Ahkamu’l-Evkaf’la bağdaştırılması mümkün mü?

ALTAN: Her şeyden önce Vakıflar konusunda Ahkamu’l-Evkaf’ın yeterli bir yasal manzume olduğu bilinmesi ve kabul edilmesi gerekmektedir. İlave vakıf yasalarına elbette ki gerek yoktur. Bu konuda ek yasalar yapılmışsa-ki yapılmıştır, bunda vakıflar açısından iyi niyet aranmamalıdır. Bu tür girişimler esasen Vakıfların ortadan kaldırılmasını veya bir şekilde yağmalanmasını amaçlamaktadır.

   1878 – 1914 – 1923’te Ada’nın işgal, ilhak ve doğrudan devredilmesi dönemi arasında yaklaşık 45 yıl boyunca Vakıflar konusunda yapılmış bulunan Hukuki düzenlemeler esasen Ahkamu’l-Evkaf Hükümleri’ne dolaylı bir şekilde ters düşebilecek uygulamalardı. Bu da başlangıçta Ada’nın siyasal stratejik geleceğinin tam manasıyla belirgin olmamasının bir getirisi olarak düşünülebilir. (İngiltere zaten, Kıbrıs’ı kendisine bağlamak için çok önceden stratejik komiteler oluşturup çok ciddi çalışmalar gerçekleştirmiş; ancak Osmanlı Devleti’nden bu çalışmaları son derecede gizli tutmuştu. Bu konuda “The Value And Importancy Of The Island Of Cyprus For Great Britain” adlı siyasi bir de broşür hazırlatmıştı.)

   1878 Savunma Antlaşması’nda koşullar yerine geldiği takdirde Ada’nın yeniden eski sahibi olan Osmanlı Devleti’ne iade edilmesi söz konusu olduğundan Ada’daki Vakıfların idare edilmesinde yürürlükte olan Ahkamu’l-Evkaf’a şu veya bu şekilde müdahale edilmesi düşünülememiştir.

   İngilizlerin Ada’ya ayak basmasından kısa bir süre sonra Vakıflar İdaresi’ne Delege atamaları aslında Evkaf’ın mali potansiyel gücünden bir şekilde yararlanma amacıyla yapılmıştır. Bu durum kuşkusuz Ahkamu’l-Evkaf’a dolaylı olarak yapılan aykırı bir tutum olarak da değerlendirilebilir.

   Görüleceği üzere söz konusu tarihler arasında yapılan icraatlarda vakıf hükümleri ortadan kaldırılmadan, bu hükümlere rağmen atılan bir takım zoraki adımlar ve alınan geçici kararlar yoğunlukta idi.

SORU: Vakıf Mallarına el-koyma (İstimlak) hareketleri konusunda ne diyeceksiniz?

ALTAN: Devlet yolu ile vakıf hukukunun çiğnenmesi anlamında atılan en bariz örnekler olarak değerlendiriyorum. Atılan bu adımlar Kıbrıs Vakıflar tarihinde unutulamayacak acı ve de gayr-ı yasal (hukuk dışı) eylemler olarak her zaman hatırlanacaktır.

   Kıbrıs’ın siyasi geleceğinin İngiltere çıkarlarına uygun olarak geliştiği1900’lü yıllardan itibaren İngilizler, “İstimlak – El Koyma Ve Devletleştirme Hareketleri” başlatarak valilikler tarafından alınan kararlarla bir çok vakıf emlak, bina v.s “Hükümet Malı” olarak addedilip el konulmuştur. Bu konuda“Cyprus List Of Buıldıngs Belonging To Government” başlığı altında liste şeklinde resmi bir de belge yayınlamıştır. Söz konusu belgede bazı vakıf mallarının da istimlak kapsamına alınarak Hükümet’e tahsis edildiği açıkça görülmektedir. Bahse konu belgenin bir örneği şöyledir:

SORU: İngiltere’nin 1914 tarihinde Kıbrıs’ı tek taraflı olarak aldığı İlhak kararını Ahkamu’l-Evkaf açısından değerlendirebilir misiniz?

ALTAN: 1914 tek taraflı ilhak, Kıbrıs Tarihinde izleri silinmeyecek, hukuk dışı bir kararla atılmış yanlış ve haksız bir adım olarak ancak değerlendirilebilir.

   Tarih 1914’ü gösterdiği zaman siyasal ve stratejik anlamda İngiltere ve Türkiye ilişkilerinin Türkiye aleyhine gergin bir noktaya ulaştığı bu aşamada İngiltere gerçek niyeti olan işgal anlayışı ile yürürlükteki antlaşmaları tek taraflı olarak tanımayarak İngiliz kolonisi olarak Kıbrıs’ı ilhak kararı almıştır. Bu tarihten itibaren İngilizlerin yapmaya başladığı hukuki düzenlemeler Vakıflara doğrudan müdahalelerde bulunmuşlar, Resmi Gazetelerde yayımladıkları emirnamelerle Ahkamu’l-Evkaf’a rağmen vakıflara doğrudan müdahale etmeğe başlamışlardır. Bu konuda 1915 Emirnamesi işin birinci ayağını oluşturmuştur. Bu Emirname ile Kıbrıs Evkafı’nın Türkiye ile olan Resmi ilişkilerinin önü tıkanmıştır.

SORU: “Lozan Barış Antlaşması ve Kıbrıs Vakıfları” konusunda ortaya çıkan gerçekler nelerdir?

ALTAN: Lozan Barış Antlaşması’nın Vakıflarla doğrudan bir bağlantısı olduğu söylenemez. 1914’te Ada’nın İngiltere tarafından tek taraflı olarak dokuz yıl boyunca süregelen işgali 1923 Lozan Antlaşması ile sona erdirilmiş, Ada’nın tümüyle İngiltere’ye devri sağlanarak 1878 Konvensiyonu ise ortadan kaldırılmıştır. Lozan Antlaşması’nın Kıbrıs’la ilgili kararı, İngilizlerin Kıbrıs konusunda öteden beri tasarladıkları işgal zihniyeti ve çabalarının sonucu ve göstergesidir. Lozan aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırlarının belirlendiği bir Barış Antlaşmasıdır. Söz konusu antlaşmanın “bir zafer mi, yoksa bir hezimet mi” şeklindeki değerlendirmeler tarihçilerin takdirine matuftur. Ada’nın, bu antlaşma ile İngiltere’ye doğrudan teslimi, Kıbrıs Türk toplumu tarafından esefle ve üzüntü ile karşılanmıştır. 1878’li yıllardan itibaren İngilizlerin Ada üzerinde gerçekleştirdiği “Türk haklarını hiçe sayma” ve özellikle Türk vakıflarına karşı takındığı “işgalci ve yağmalama hareketleri” karşısında Anavatan Türkiye ile dayanışma halinde bulunan Kıbrıs Türkleri, Lozan’da alınan bu kararla daha da mağdur duruma düşürülmüştür. Ancak Tarihin şahit olduğu bir gerçek varsa o da Kıbrıs Türklerinin Anavatanla olan doğal bağlılığının hiç bir şekilde sonlandırılamayacağıdır.

SORU: Lozan görüşmeleri sürecini ve temel özelliklerini kısaca belirtir misiniz?

ALTAN: Lozan Antlaşması sürecinin ne kadar zamanda ve ne şekilde cereyan ettiğinin bilinmesinde yarar vardır. Müzakere sürecinin giderek uzamasında esasen gündem konusu olan meselelerin karmaşık olmasından kaynaklandığı aşikardır. Kıbrıs Adası dışında kalan ve Yunan adaları olarak nitelenen adaların statüleri konusunda alınan kararlar Lozan görüşmelerinin uzatılmasında en önemli neden olmuştur. Yapılan dolaylı müzakereler sürecinde Kıbrıs’ın özellikle vakıfları ve Ahkamu’l-Evkaf açısından Türk müzakere Heyeti’nin yaptığı değerlendirilmelerini elbette ki çok büyük önemi vardır. Bu konuya geçmeden önce Lozan Antlaşması’nın temel özellikleri şu şekilde belirlenebilir:

   23-24 Temmuz 1923 senesi ilk safhasında imza edilen bu antlaşma ile Kıbrıs Adası resmen İngiltere’ye teslim edilmiş; bir İngiliz Müstemleke Toprağı haline getirilmiştir.

   a) Lozan, yalnızca Türkiye ile Yunanistan arasında yapılan bir antlaşma değildir. Çok taraflı olarak birçok Ulus’un katılımıyla gerçekleştirilmiş bir Barış Antlaşması’dır.

   b) Lozan görüşmeleri iki dönem içerisinde incelenebilir: 1-21 Kasım 1922 – 4 Şubat 1923 (İlk Dönem) süreci; 2-23 Nisan 1923 – 24 Temmuz 1923 (İkinci Dönem) süreci;

   İlk dönem görüşmeleri, yalnızca Kapitülasyonlar sorunu; ikinci dönemi ise, ilkesel olarak eski uygulamaların yürürlükte kalması, Yabancı Azınlıklar ve Haklarının korunmasına dair konular üzerinde yoğunlaştırılmıştır. Daha önce de belirtildiği üzere Lozan’da yapılan ve kararlaştırılan Lozan hükümleri Kıbrıs Vakıflarını doğrudan hedef olarak almamıştır. Yalnızca Kıbrıs Adası’nın İngiltere’ye Resmen bağlanmasını sağlamıştır.

   c) Lozan’da Kıbrıs’ın geleceğini tayin eden maddeler Antlaşmanın 16., 20. ve 21.’ci maddeleridir. Şöyle ki:

Madde- 16: Türkiye işbu antlaşmada belirlenen sınırları dışındaki tüm topraklar ile bu topraklardan olup gene bu antlaşma ile üzerinde kendi egemenlik hakkı tanınmış bulunanlar dışındaki Adalardaki bu toprak ve Adaların geleceği ilgililerce saptanmış ya da saptanacaktır. Her ne nitelikte olursa olsun, sahip olduğu tüm hak ve senetlerden vazgeçtiğini açıklar.

   İşbu maddenin hükümleri komşuluk nedeniyle Türkiye ile ortak sınırı bulunan ülkeler arasında kararlaştırılmış ya da kararlaştırılacak olan özel hükümleri bozmaz.

   Madde – 20: Türkiye, Britanya Hükümeti’nce Kıbrıs’ın 5 Kasım 1914’te açıklanan ilhakını tanıdığını bildirir.

   Madde – 21: 5 Kasım 1914 tarihinde Kıbrıs Adası’nda yerleşmiş olan Türk Uyrukluları, yerel yasanın belirlediği koşullara göre, İngiltere uyrukluğuna geçecek ve böylece Türk uyrukluluğunu yitireceklerdir. Bununla birlikte, bu Türkler, isterlerse, bu antlaşmanın yürürlüğe konulmasından başlayarak iki yıllık bir süre içinde, Türk uyrukluğunu seçebileceklerdir. Bu durumda, seçme haklarını kullandıkları günü izleyen on iki ay içerisinde Kıbrıs Adası’ndan ayrılmak zorunda kalacaklardır.

   İşbu Antlaşmanın yürürlüğe konulması günü Kıbrıs Adası’nda yerleşmiş bulunup da, yerel yasanın belirlediği koşullara uyularak yapılan işlem üzerine, o gün İngiltere uyruklusunu edinmiş ya da edinmek üzere bulunmuş olan Türk uyrukluları da bu nedenle Türk uyrukluluğunu yitireceklerdir. Şurası da kararlaştırılmıştır ki, Kıbrıs Hükümeti, Türkiye Hükümeti’nin izni olmaksızın Türk uyrukluluğundan başka bir uyrukluğu edinmiş olan kimselere İngiltere uyrukluluğu tanımayı reddetmek yetkisine sahip olacaktır.”

   Bu maddeler dışında yine Lozan Antlaşması’nda kabul edilen 12.ci ve 16.cı maddeleri, yukarıda belirtilen 16, 20 ve 21.ci maddelerin daha iyi anlaşılması için kabul edilmiş maddelerdir.

   Adanın, İngiltere’ye ilhakı ile 5 Kasım 1914 tarihinden itibaren Osmanlı Devleti Ada üzerindeki “Kısıtlı Haklarını “kaybetmiştir. Birinci Cihan Savaşı’nın patlak vermesi nedeniyle “ADA “iki devlet tarafından arka plana itilmişti. Lozan Antlaşması nedeniyle tekrar gündem konusu olan Kıbrıs, Türk Siyasetinin odak noktasına tekrar oturdu. Lozan Antlaşması’nın 16, 20 ve 21.ci maddeleri Kıbrıs’ın geleceğini ilgilendirmektedir. Bu arada Lozan’ın 12. maddesi de 16. maddenin bir şekilde açılımı durumundadır.

“12. madde – İmroz (İmbros) adası ile Bozcaada (Tenedos) ve Tavşan adaları (İles aux Lapins) dışında, Doğu Akdeniz adaları ve özellikle Limmi (Lemnos), Semadirek (Semendirek, Samothrase), Midilli (Milylene), Sakız (Chio), Sisam (Samos) ve Nikarya (Nicaria) adaları üzerinde Yunan egemenliği konusunda 17/30 Mayıs 1913 tarihli Londra Andlaşması’nın 5 inci ve 1/14 Kasım 1913 tarihli Atina Andlaşması’nın 15. maddeleri hükümleri uyarında alınan ve 13 Şubat 1914 tarihinde Yunan Hükümetine bildirilen karar, bu Antlaşmanın, İtalya’nın egemenliği altına konulan ve 15. maddede belirtilen adalara ilişkin hükümleri saklı kalmak üzere, doğrulanmıştır. İşbu antlaşmada aykırı bir hüküm bulunmadıkça, Asya kıyısından 3 milden az bir uzaklıkta bulunan adalar, Türk egemenliği altında kalacaktır.”

   “16. madde – Türkiye işbu antlaşmada belirlenen sınırları dışındaki tüm topraklar ile bu topraklardan olup gene bu Antlaşma ile üzerinde kendi egemenlik hakkı tanınmış bulunanlar dışındaki Adalarda-ki bu toprak ve Adaların geleceği ilgililerce saptanmış ya da saptanacaktır- her ne nitelikte olursa olsun, sahip olduğu tüm hak ve senetlerden vazgeçtiğini açıklar.”

   İlgili maddeler, içerik olarak, Ada vakıflarını ortadan kaldırmağa yönelik her hangi bir yaptırım kararı içermemektedir. Kıbrıs’ın, İngiliz toprağı olarak resmen kabulü sonrasında, Vakıfların Beka ve geleceği açısından ne tür tehlikelerle karşılaşacağı hususları, Lozan Andlaşması metinlerine istinaden ancak yorumlarda bulunularak izah edilebilinirdi.

   Lozan Tutanaklarına dayanılarak uluslararası politika akademisinin kamuoyunda bu konularla ilgili olarak oluşan anlayışa atfen vurguladığı gibi:

   ““20. madde – Türkiye, Britanya Hükümetince Kıbrıs’ın 5 Kasım 1914’te açıklanan ilhakını tanıdığını bildirir.”Böylece Türkiye’nin ilhakı tanıması ile 1950’li yıllarda Kıbrıslı Rumlar örgütlenip İngiliz yönetimine karşı şiddet eylemlerine başlayıncaya ve Yunanistan’la birleşmek isteyinceye kadar, Türk iç ve dış siyasetinde Kıbrıs diye bir sorun var olmadı.

   “21. madde – 5 Kasım 1914 tarihinde Kıbrıs Adası’nda yerleşmiş bulunan Türk uyrukları, yerel kanun uyarınca, İngiliz uyrukluğuna geçecekler ve bu yüzden Türk uyrukluğunu yitireceklerdir. Bununla birlikte, işbu Antlaşmanın yürürlüğe konulmasından başlayarak iki yıllık bir süre içinde, Türk uyrukluğunu seçebileceklerdir; bu durumda, seçme hakkının (drit d’option) kullanılmasını izleyen on iki ay içinde, Kıbrıs Adası’ndan ayrılmaları gerekecektir.

   İşbu Antlaşmanın yürürlüğe giriş tarihinde Kıbrıs Adası’nda yerleşmiş bulunan ve yerel kanunun öngördüğü şartlar içinde yapılmış başvurma üzerine, İngiliz uyrukluğuna geçecek ya da geçmek üzere bulunacak Türk uyrukları da bu nedenle Türk uyrukluğunu yitireceklerdir.

   Şurası kararlaştırılmıştır ki, Kıbrıs Hükümeti, Türkiye Hükümeti’nin rızası olmaksızın Türk uyrukluğundan başka bir uyrukluğa geçmiş olan kimselere, İngiltere uyrukluğunu vermeyi reddedebilecektir.”

   Kıbrıs’ta, 21. maddeye göre uygulanacak göç konusu büyük bir ayrılığı da beraberinde getirdi. Adadaki Türklerin bir kısmı anavatana göç etmek isterken, bir kısım Türk, uzun zamandır adada yaşadıkları ve düzen kurdukları için göç etmeyi düşünmediler. Bu konuda Kıbrıs basını oldukça aktifti ve insanların kararları üzerinde etkili oldu. Göç etmeyi isteyenler, adadaki Rum faaliyetlerinin ileride daha da artacağını düşünmüş olmalıdırlar. Çünkü, Ankara’nın adadaki tüm haklarından feragat etmesi adadaki Türklerin sosyal ve siyasal haklarını etkileyecek ve güvenlikleri önceki döneme nazaran daha da azalacaktı. Ayrıca yeni hükümetin izlediği barışçı ve kalkınma amaçlı olan politikası da adadaki Türklerin kararlarında etkili olmuş olabilir. Göç etmek istemeyenlerin düşüncesi ise kurdukları düzenlerini bozmanın onlara fayda sağlamayacağına olan inancıdır demek yanlış olmayacaktır. Bunun dışında özellikle İngiliz yönetiminin adaya hakim olmasından sonra Rumlar, Türk nüfusunun azalmasını fırsat bilerek, karşılarındaki “zayıf” Türk kesimine daha fazla yüklenecek ve adanın sahibi edasına bürünecekti. Aynı zamanda anavatana göç etmeleri halinde çok daha zor şartlar altına gireceklerini ve maddi sıkıntılarının artacağını düşündüler. Bu görüşü destekler nitelikte ilk başta göç konusunda sistematik bir yol izlenemedi ve bu durum göç edenleri zor duruma düşürdü. Bunun sonucunda hükümet bu konuda bir karar çıkardı:

   Ankara göçmenlerden yardıma ihtiyacı olanlara yardım etme imkanı bulduğu takdirde fakirlik dereceleri dikkate alınarak yardımda bulunacaktı. Buna göre yakın akrabaları bulunanlara bir hane ve yeter miktarda arazi verecekti. Hükümet emrindeki arazi hariç boş, sahipsiz ve bekletilmekte olan araziye borçlanma suretiyle göçmenlere iskân sağlayacaktı. Türk Hükümeti adadaki Türklerin çıkarlarını ve haklarını gözetmesi, göç edecek olanların müracaatlarını değerlendirmesi ve bir sistematiğe oturtması için Konsolosluk açtı. Böylece Türkiye, adadaki haklarından vazgeçse de burada yaşayan Türk halkının yaşamını ve şikayetlerini yakından takip etme fırsatı buldu. Adaya gelen ilk Konsolos da Asaf Bey oldu.

   Konsolosluk, Kıbrıs ve Türkiye arasında kültürel bir destek ve birliktelik sağladı. Özellikle Cumhuriyet’in ilanından sonra hızla gerçekleştirilen inkılapları -özellikle Harf ve Şapka devrimini- adaya yerleştirdiler, Türkiye’de kutlanan bayramları burada kutlayarak Anadolu insanının yanında olduklarını gösterdiler.

Antlaşmanın Kıbrıs basınına yansıdığı kadarıyla ada sakinlerinin düşünceleri şu yöndeydi: “(…) Dünyanın en büyük zaferlerini kazanacak derecede harikalar göstermiş olan Heyet-i Vekilemiz tarafından ahiren verilen bu ümide verdiğimiz teklifat maalesef misak-ı millimizin manasını hakkıyla tevafuk etmemiş olduğundan emel-i millimiz de bi-hak tatmin edilmemiş oluyor!”

   Kıbrıslı Türkler tarafından kapılan bu ümitsizliğin nedeni, Türkiye’ye olan güvenleri ve Türkiye’nin kendilerine daha eşit yaşam koşulları sunacağına olan inancı olmalıdır. Kurtuluş Savaşı’ndaki yardımları düşünülürse halkın bu isteği gayet normal karşılanmalıdır. Ancak siyasal perspektiften bakıldığında, Türkiye’nin barış temeline oturtulan dış politikasında komşuları ile olan siyasi ilişkilerde dengeyi korumak amacı güttüğü unutulmamalıdır.

   Kıbrıslı Türklerin geleceğini belirleyen Lozan Antlaşması, İngiltere tarafından 6 Ağustos 1924 yılında tanındı ve bu tarihten iki yıl sonra 21. maddenin son bulacağı sık sık basın yoluyla halka hatırlatıldı. Bu tarihten sonra gelen başvuruların kabul edilmeyeceği belirtildi. Böylece Türkiye’ye göç etmek fikri Ankara tarafından halka empoze edilmeye çalışıldı. Çünkü, Türkiye’nin nüfusa ihtiyacı vardı ve bu artışın Kıbrıs’taki göçlerle gerçekleşmesi isteniyordu. İlk başta bu politika Kıbrıs’ta zor duruma düşen halkı kurtarmak için izlendi ancak sonrasında adadan yapılan göçler sonucu adadaki Türk nüfusunun azalması ve bununla birlikte Rumların ellerini güçlenmesi büyük bir sorun oldu.

   10 Mart 1925’te adadaki Yüksek Komiserlik makamı kaldırıldı, yerine valilik makamı kuruldu ve 1 Mayıs 1925’te adaya atanan ilk İngiliz Vali Sir Malcolm Stevenson oldu. Bu tarihten sonra İngiliz yönetimi, adayı ilk devraldığı tarihinden itibaren aksattığı sosyal düzenlemelere yöneldi. Bu düzenlemelerin içinde yer alanlar da Rumlardı. Buna karşılık İngilizlerin adaya getirdiği yenilikler Türklerin silikleşmesine neden oldu. Adadaki Türk okulları yavaş yavaş kapatılmaya başlandı. Kapatılan okullarda ortaöğrenimlerini tamamlayan Kıbrıslı Türk gençlerinin %90’ı yükseköğrenimlerini Türkiye’de yapmak için buraya geldiler ve Türk vatandaşlığına geçtiler. Böylece Türkiye’deki sosyal ortamı görme imkanı yakaladılar ve Türkiye açısından da Kıbrıslı Türkleri dünyaya tanıtma fırsatı ele geçmiş oldu.

   Yine Lozan Antlaşması ile birlikte İngiltere, Kıbrıs evkafı konusunda Türkiye’ye sözlü talimat verdi ancak daha önce mali konularda Kıbrıslı Türklere büyük destek sağlayan vakıflar İngilizlerin sözünü tutmaması sonucu İngiliz ve Türk memurunun denetimi altına alındı. Böylece Türk kesiminin ekonomisi İngiltere’ye bağlı oldu. Bu uygulama sadece Türklere karşıydı, Rum vakıfları hâlâ serbestti ve bu ayrım iki kesim arasındaki farkları derinleştiren nedenlerin başında geldi. Türklerin adada kalmalarını savunanların, çözümü Türklerin maddi durumunu iyileştirmede bulmalarının çıkış noktası da bu oldu.”

SORU: Lozan Antlaşması sonrasında İngilizlerin ve Yunanlıların takındığı sinsi tavırlar konusunda tespit edebildiğiniz görüşler, ayrıca vakıf malları ve diğer taşınmaz mallarla ilgili olarak atılan adımlar hakkında neler söyleyeceksiniz?

ALTAN: Lozan Antlaşması sonrasında Türkiye ile sürdürdüğü görüşmelerde İngiltere, Kıbrıs vakıflarına müdahalede bulunmayacağına dair söz verdiği bilinmektedir. Yazıya dökülmeyen bu vaatler sonuç itibariyle havada kalmıştır. İngilizler verdikleri sözlerinin arkasında durmadıkları gibi, tam tersine Kıbrıslı Türklerin mal varlığına doğrudan göz dikmişlerdir. Kıbrıslı Türklerin ekonomisi bu aşamada İngiltere’nin tümden kontrolüne geçmiştir. Rumlara ait mallara dokunamayan İngilizler, zayıflatılan Kıbrıslı Türklerin Vakıf mallarına doğrudan tecavüz etmeği temel bir siyaset anlayışı haline getirmişlerdir.

   Uluslararası Politika Akademisi’nin Lozan tutanaklarına dayanarak bu meyanda yaptığı değerlendirmelere ve ileri sürdüğü görüşlere katılmamak mümkün değildir. Yapılan bu tespitler ve serdedilen görüşler şöyledir:

“İngiliz Hükümeti’nin denetimi altına giren evkaf dışında bir darbe de müftülüğün kaldırılması oldu. Osmanlı İmparatorluğu dağılmaya başlayan yapısını ayakta tutmak için birçok yol arıyordu ve bunlardan birisi İslamcılıktı. Dini ön plana çıkararak bu politikayı yaymaya ve bünyesindeki Müslümanları kendisine bağlı tutmaya çalıştı. Bu nedenle Kıbrıs’taki Türkler için müftülük, adadaki en önemli dini kurum olarak görülmekteydi. Ancak bu kurumun 1927 yılında kaldırılması, asimile politikası ile Türklerin ada içinde sindirilmesi yolunda gerçekleşmiş çok önemli bir gelişme oldu. Artık Türk kesiminin kendine özgü dini, siyasi ve ekonomik özgürlükleri kısıtlanıyor ve Katolik Venedik döneminde Rumların şikayet ettikleri konularda artık roller Türk aleyhinde değişiyordu.

   Yunanistan, Lozan Antlaşması’nın uyrukluk ile ilgili hükümlerini kendi politikası doğrultusunda geliştirerek olayların hızlanmasına neden oldu. Bu doğrultuda özellikle 30. maddeyi bir kez daha hatırlayalım: “İşbu Antlaşmanın hükümleri uyarınca, Türkiye’den ayrılmış ülkelerde yerleşmiş Türk uyrukları hukukça (de plein droit) ve yerel yasaların öngördüğü şartlarla, bu ülke hangi Devlete bırakılmışsa o Devletin uyruğu olacaklardır.”

Bu maddenin önemi, Yunanistan’ın adayı kendi ülkesiyle birleştirme çabasının altında yatmaktadır. İngiltere’nin 1915 yılında Dışişleri Bakanı Sir Edward Grey tarafından Yunanistan’a sunduğu teklifle Bulgaristan tarafından zor duruma düşen Sırbistan’a yardım ettiği zaman adanın Yunanistan’a verileceğini belirtmesi ileride İngiltere ve Türkiye’nin başını ağrıtan en önemli sorun haline geldi. Özellikle adadaki Rumlar, artık adanın kendilerine ait olduğunu ileri sürerek Yunanistan ile birleşme umutlarını arttırdı ve bu doğrultuda İngiliz hükümetine nota verdi. Ancak Türk hükümetinin savunduğu görüş, adanın İngiliz hükümetine geçmeden önceki sahibinin Osmanlı İmparatorluğu olduğu ve dolayısıyla böyle bir durumda adanın tekrar Türk Devleti’ne geçmesi gerektiği yönündeki düşüncesiydi. Bu da Türkiye-Yunanistan arasında gergin olan ilişkilerin adada daha fazla hissedilmesine neden oldu.

   Adadaki Rumlara İngilizler tarafından tanınan serbestlik, adada Helenistik propagandaya da zemin hazırladı. Vali Sir Storrs’un ifade ettiği gibi: “Okullarda açık bir İngiliz düşmanlığı değil, fakat etkin bir Helenleştirme faaliyeti mevcuttu. Tüm Rum okullarında ‘Analitik Program’ denen Yunanistan’da hazırlanan ve Kıbrıs Eğitim Komisyonu’nun onayladığı bir sistem kullanılıyordu. Sınıfları İngiliz değil, Yunan Kralı Konstantin ve Kraliçe Sofhie’nin ve Venizelos’un resimleri süsler, her tarafta Yunanistan’ın büyük, detaylı ve modern haritaları göze çarpardı. Kıbrıs Haritası eğer mevcut ise, çok küçük, eski tarihli ve yıpranmış ve çoğu zaman siyah tahtanın arkasına saklanmış gibiydi.”Bir milleti harekete geçirmek için uygulanacak temel propaganda aracı olarak eğitim gösterilebilir. İşte bu okullarda verilen eğitim sonucu Türklere karşı öfkeli gençler yetiştirilerek, gençlerin Türklere karşı olan bu düşmanca algısı hayatları boyunca devam ettirildi. ENOSİS hayallerini gerçekleştirmek için her şeyi yapabilecek olan Rumlar, 1929 Ekonomik Krizi’nin Kıbrıs’ı etkilemesi sonucu arttırılan vergileri bahane ederek adada ayaklandılar. Bu isyan, adadaki dengeleri bir kez daha bozdu. Çünkü bu ayaklanmadan sonra İngiltere, şımarık çocuğunu terbiye etmek için otoritesini arttıracaktı.”

Dokuz Eylül Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih bölümü Yüksek Lisans öğrencisi Çiçek Cihangir’in Uluslararası Politika Akademisi (UPA) “Lozan Tutanaklarında Kıbrıs” başlığı altında yayınladığı bu tespitler ve serdettiği görüşler, bilim ve siyaset adamları için cidden önemle dikkate alınması gereken tespitler ve görüşlerdir.

SORU: “Lozan Antlaşması gereği Kıbrıs Adası’nın İngiltere’ye devredilmesinden sonra vakıflar aleyhine geliştirilen yasalar ve Ahkamu’l-Evkaf” hakkında neler diyeceksiniz?

ALTAN: Buckingham Palas’tan Lancaster Dükü Sir Frederick Possonby tarafından 30 Kasım 1915’te “The Island of Cyprus has been annexed to and forms part of his Majesty’s Dominions” şeklinde başlayan yazısı ile dünyaya duyurduğu Kıbrıs İlhak Kararı sonrasında: “His Majesty’s High Commissioner for Cyprus shall appoint two delegates, one of whom shall be a Mussulman resident in Cyprus, to supperinted the administration of all property, funds, and lands belonging to mosques, cemeteries, Mussulmans schools and other religious establishments existing in Cyprus “tarzında yaptığı atama yazısında, Evkaf Müdürü’nün bundan böyle Yerli Kıbrıs Türklerinden olabileceği ayrıca Türkiye’den yapılan atamalara son verildiği imasında bulunmuştur. Buna göre İngiltere adına Mr. Charles Sherwood Code ve Kıbrıs Türkleri adına Musa İrfan Bey Evkaf Delegesi olarak atanmışlardır.

   Lozan Antlaşması sonrasında ise Kıbrıs’ta vakıflar konusunda ilk atılan adım 1925’te Sir Mehmed Münir’in bir şekilde İngilizlerin de adına Evkaf’a Müdür (Murahhas) olarak atanmasıdır. Kıbrıs Valisi Malcolm Stevenson tarafından 11 Ağustos 1925 tarihli atama yazısı ile Evkaf’ın başına getirilen Sir Mehmed Münir’ın atama yazısı:

   “His excellency the Governor has been plesed to make the following appointments etc.:-Mehmed Münir Bey to be Turkish Delegates of Evcaf”. Bu atama yazısında dikkat çeken bir husus, tek kişi olarak Kıbrıslı bir Türkün Evkaf delegesi olarak atanmasıdır. Atanmış bulunan bu şahıs, Kıbrıslı Türkler tarafından İngiliz sempatizanı olarak bildiği ve tanımadığı bir zattı. Zaman içerisinde halk arasında “Münir Bey, İngiliz’in adamıdır! Evkaf’ı satar! “şeklinde dedikoduların yayıldığı biliniyor. Münir Bey’in atandığı tarihten itibaren Evkaf Murahhasları artık Evkaf’a göre değil, İngilizlerin talepleri doğrultusunda hareket edecekti.

0
mutlu
Mutlu
0
alk_
Alkış
0
_zg_n
Üzgün
0
_a_rm_
Şaşırmış
Lozan Anlaşması ve Kıbrıs Vakıfları

Yorumlar kapalı.