Oğuz Metiner

Ot ile Gül





Doğu’nun ünlü bilgelerinden Sadi Şirazi, Gülistan isimli eserinde şöyle bir kıssa anlatır. Der ki: “Kubbe gibi yüksek bir yere güzel kokulu bir gülle, sıradan, bir otu yan yana gördüm. Ot, gülün dalına sarılmıştı. Bu duruma bir anlam veremeyip sordum.

– Nasıl oluyor da bir gülle bir ot bir arada bulunabiliyorlar?

Ot ağladı ve şöyle cevap verdi:

– Senin niye şaşırdığını anlıyorum. Beni küçümsüyor, güzel bir gülün yanına yakıştıramıyorsun. Ama unutma ki ben de bu güzel güllerin yetiştiği bu bahçede büyüdüm. Ben de onlar gibi yüce Allah’ın bir kuluyum. Onun nimetleriyle beslenip bu hale geldim.

– Yani bulunduğun halden memnun musun?

– Elbette memnunum. Yüce Allah nimetlerinden beni de mahrum etmedi ve beni bu güzel gülle arkadaş etti. Bundan daha güzel bir şey olabilir mi?”

Ot gibi sıradan kabul edilen bir varlığın bakış açısıyla yaratılıştaki hikmeti nasıl doğru kavradığını gösteren bir kıssa bu… Adı “kıssa” olunca da mutlaka bize vereceği bir “hisse” olmalı. Buna geçmeden, çağımız insanının kendinden, içinde bulunduğu durumdan sürekli şikâyet etme şeklinde tezahür eden psikolojisine değinelim önce. Şükür, sabır gibi bizi fıtrata uygun bir duruşa, davranışa yönelten kavramlar unutulunca insanı şekillendiren ne yazık ki başka anlayışlar olmaktadır. Bu anlayışlarda ise hikmetli bakış söz konusu olmadığı için her şey zahiri şekline göre değerlendirilmektedir.

Bu bakış açısına göre çevremize baktığımızda insanlar arasında bilgi, zenginlik, statü, bedensel güzellik bakımından farklılıklar görüyoruz. Gözümüz hep yukarılara bakıyor. Zenginsek daha fazla nasıl zengin olabiliriz? Küçük bir memursak, daha üst makamlara nasıl çıkabiliriz? Kendimizden güzel gördüğümüz biri varsa onun gibi hatta ondan daha güzel olmak için neler yapabiliriz? Gibi sorular, hayati sorulara dönüşüyor.

Kişisel ve toplumsal gelişme, ilerleme için ufkumuzu geniş tutmakta, önümüze yüksek hedefler koymakta elbette fayda vardır. Fakat, burada önemli olan niyetlerimiz… Bu durumu bir gelişme açısından mı düşünüyoruz? Bizi böyle bir harekete yönelten sebep bir kıskançlık mı, özenmek mi? Daha iyi durumda olanı örnek almak mı? Problem buradadır. Çevremizde yapacağımız küçük bir gözlem, ne yazık ki niyetlerimizin bu manada sahih ve temiz olmadığını gösteriyor. Kıskançlık, bir kurt gibi içimizi kemiriyor. Başarının, ilerlemenin ardındaki alın terini, çalışmaya, sabrı hiç dikkate almadan kolay yoldan aynı noktalara gelmek istiyoruz. Bu hırs, içimizdeki en büyük düşman olarak bizi yanlışlara sürükleyebiliyor.

Böyle olunca da hem kendimize zarar veriyoruz hem de başkalarına… Enerjimizi yükseğe çıkmak için harcamak yerine yüksektekini aşağıya indirmek için harcıyoruz. Başarıyı bedel ödemeden elde etmek istiyoruz.

Yapılması gereken şey aslında çok kolay. Önce kıssada anlatılan ot gibi kendimizi, halimizi doğru tanımlamamız, bulunduğumuz halin hakkını vermemiz, değerini bilmemiz, farklılıkların hayata nasıl bir değer ve güzellik kattığını görebilmemiz gerekiyor. Sadece bunları yapabilmek bile meseleyi daha doğru kavramamız açısından yeterli olabilecek bir durumdur.

Farklılıklar, aslında bizi birbirimizden uzaklaştıran değil birbirimize yaklaştıran özelliklerimizdir. Zengin, zekât verdiği için yücelmez, fakir de aldığı için alçalmaz. Aynı şekilde emir veren üstün, emir alan düşük bir seviyede değildir. Zahiri bir bakışla bedenden güzel olduğunu söylediğimiz biri, böyle olmadığını düşündüğümüz birinden yüksekte olmaz. Yaratılışta bu durum dengelenmiştir. Biri güzeldir, diğeri akıllıdır. Bir hastadır, diğeri sağlıklıdır. Dolayısıyla birbirlerine bir şekilde muhtaç durumda kalırlar.

Mutlu ve başarılı olmak insan için güzel bir hedef… Fakat, bu hedefe varmak için fıtratta çizilen rotayı takip etmeli, sahih ve samimi niyetler taşımalı insan… Kılavuzu hırsa, kıskançlığa, kibre prim veren anlayışlar değil; sabrı, şükrü, gayreti, çalışmayı, paylaşmayı, erdemliliği insanoğlu için üstün değerler olarak kabul eden; bunları başarı ve mutluluğun meşru donanımları olduğunu öğütleyen bilgece düşünceler olmalı…

Ot ile Gül

Yorumlar kapalı.

Oğuz Metiner

Ot ile Gül





Doğu’nun ünlü bilgelerinden Sadi Şirazi, Gülistan isimli eserinde şöyle bir kıssa anlatır. Der ki: “Kubbe gibi yüksek bir yere güzel kokulu bir gülle, sıradan, bir otu yan yana gördüm. Ot, gülün dalına sarılmıştı. Bu duruma bir anlam veremeyip sordum.

– Nasıl oluyor da bir gülle bir ot bir arada bulunabiliyorlar?

Ot ağladı ve şöyle cevap verdi:

– Senin niye şaşırdığını anlıyorum. Beni küçümsüyor, güzel bir gülün yanına yakıştıramıyorsun. Ama unutma ki ben de bu güzel güllerin yetiştiği bu bahçede büyüdüm. Ben de onlar gibi yüce Allah’ın bir kuluyum. Onun nimetleriyle beslenip bu hale geldim.

– Yani bulunduğun halden memnun musun?

– Elbette memnunum. Yüce Allah nimetlerinden beni de mahrum etmedi ve beni bu güzel gülle arkadaş etti. Bundan daha güzel bir şey olabilir mi?”

Ot gibi sıradan kabul edilen bir varlığın bakış açısıyla yaratılıştaki hikmeti nasıl doğru kavradığını gösteren bir kıssa bu… Adı “kıssa” olunca da mutlaka bize vereceği bir “hisse” olmalı. Buna geçmeden, çağımız insanının kendinden, içinde bulunduğu durumdan sürekli şikâyet etme şeklinde tezahür eden psikolojisine değinelim önce. Şükür, sabır gibi bizi fıtrata uygun bir duruşa, davranışa yönelten kavramlar unutulunca insanı şekillendiren ne yazık ki başka anlayışlar olmaktadır. Bu anlayışlarda ise hikmetli bakış söz konusu olmadığı için her şey zahiri şekline göre değerlendirilmektedir.

Bu bakış açısına göre çevremize baktığımızda insanlar arasında bilgi, zenginlik, statü, bedensel güzellik bakımından farklılıklar görüyoruz. Gözümüz hep yukarılara bakıyor. Zenginsek daha fazla nasıl zengin olabiliriz? Küçük bir memursak, daha üst makamlara nasıl çıkabiliriz? Kendimizden güzel gördüğümüz biri varsa onun gibi hatta ondan daha güzel olmak için neler yapabiliriz? Gibi sorular, hayati sorulara dönüşüyor.

Kişisel ve toplumsal gelişme, ilerleme için ufkumuzu geniş tutmakta, önümüze yüksek hedefler koymakta elbette fayda vardır. Fakat, burada önemli olan niyetlerimiz… Bu durumu bir gelişme açısından mı düşünüyoruz? Bizi böyle bir harekete yönelten sebep bir kıskançlık mı, özenmek mi? Daha iyi durumda olanı örnek almak mı? Problem buradadır. Çevremizde yapacağımız küçük bir gözlem, ne yazık ki niyetlerimizin bu manada sahih ve temiz olmadığını gösteriyor. Kıskançlık, bir kurt gibi içimizi kemiriyor. Başarının, ilerlemenin ardındaki alın terini, çalışmaya, sabrı hiç dikkate almadan kolay yoldan aynı noktalara gelmek istiyoruz. Bu hırs, içimizdeki en büyük düşman olarak bizi yanlışlara sürükleyebiliyor.

Böyle olunca da hem kendimize zarar veriyoruz hem de başkalarına… Enerjimizi yükseğe çıkmak için harcamak yerine yüksektekini aşağıya indirmek için harcıyoruz. Başarıyı bedel ödemeden elde etmek istiyoruz.

Yapılması gereken şey aslında çok kolay. Önce kıssada anlatılan ot gibi kendimizi, halimizi doğru tanımlamamız, bulunduğumuz halin hakkını vermemiz, değerini bilmemiz, farklılıkların hayata nasıl bir değer ve güzellik kattığını görebilmemiz gerekiyor. Sadece bunları yapabilmek bile meseleyi daha doğru kavramamız açısından yeterli olabilecek bir durumdur.

Farklılıklar, aslında bizi birbirimizden uzaklaştıran değil birbirimize yaklaştıran özelliklerimizdir. Zengin, zekât verdiği için yücelmez, fakir de aldığı için alçalmaz. Aynı şekilde emir veren üstün, emir alan düşük bir seviyede değildir. Zahiri bir bakışla bedenden güzel olduğunu söylediğimiz biri, böyle olmadığını düşündüğümüz birinden yüksekte olmaz. Yaratılışta bu durum dengelenmiştir. Biri güzeldir, diğeri akıllıdır. Bir hastadır, diğeri sağlıklıdır. Dolayısıyla birbirlerine bir şekilde muhtaç durumda kalırlar.

Mutlu ve başarılı olmak insan için güzel bir hedef… Fakat, bu hedefe varmak için fıtratta çizilen rotayı takip etmeli, sahih ve samimi niyetler taşımalı insan… Kılavuzu hırsa, kıskançlığa, kibre prim veren anlayışlar değil; sabrı, şükrü, gayreti, çalışmayı, paylaşmayı, erdemliliği insanoğlu için üstün değerler olarak kabul eden; bunları başarı ve mutluluğun meşru donanımları olduğunu öğütleyen bilgece düşünceler olmalı…

Ot ile Gül

Yorumlar kapalı.