Hasan Hastürer

Sımsıkı sarılacak sevgiliniz var mı?





Özel günleri seviyor muyum?

Soruyu sordum kendi kendime…

Yanıt veremedim hızla..

Durup düşündüm, düşündüm, düşündüm…

Sevmiyorum, yanıtı biraz daha fazla ağır bastı.

***

Zaman tünelinde yolculuk yapıp, güzel izlere dokunmak istedim.

Anımsadığım ilk çocukluk günlerimden bugüne süratle düşündüm ya da yaşadıklarımı bir film gibi oynattım gözlerimi kapatıp.

1958’lerden bugüne yaşadığımız toplumsal travmaları, bir bir düşündüm.

Dünyanın hangi toplumu buna dayanabilirdi?

Kimse dayanamazdı.

Yıllardır ayağımızı adam gibi yere basamadık. Geride kalan zaman dilimi hep yitirilmiş olarak yazıldı belleğimize. Yaşadığımız günde huzura, mutluluğa, güvene, sevgiye, sevgiliye adam gibi bir dokunma şansımız bile olmadı. Geleceği düşündüğümüz zaman ise ekran tamamen kararmıyor mu?

Mantığımız, “Bu böyle gitmez. Kendinize gelin” diyor. Demesi kolay. Ama, boş verin içi boş yaldızlı lafları, yaşamın gerçekleri huzuru, mutluluğu, güveni bize Kaf Dağı’nın ardı kadar uzak kılmış.

Andre Gide’nin ünlü romanındaki vurguyu toplum olarak da birey olarak da yaşıyoruz. Dar Kapı’da sıkışıp kaldık.

Kuşkusuz yıllar öncesine göre toplumsal yaşamımızda bazı değişiklikler vardır. Ancak değişiklik özde değil, üniformadadır. Etrafınıza bir bakınız üniformalar değişmiştir. Ama kafalar değişmediği sürece üniformanın değişiminin ne manası vardır?

Zaman durup bizim için beklemiyor.

Ömrümüz akıp gidiyor.

* * *

Yıllar evvel Ayşe Arman, psikiyatr Cem Mumcu ile aşk üzerine konuşmuştu. Keyifle okuduğum bir söyleşi yayını olmuştu.

Herkesin yaşamında tanımlamakta zorlandığı sevgi kökenli bir duygu fırtınası vardır.

Hep tartışılır. “Kim daha fazla sever ya da sevgi mi aşk mı?” diye.

Arman, “İnsan aşık olup olmadığını nereden anlar?” diye sormuştu. Mumcu’nun yanıtı şöyleydi: “Kontrolsüzlük duygusu başladıysa, hakikaten bir sürü şeyi hesap edemeyecek bir hale geldiyse, kendi kendini yemeye başladıysa, statüsünü bile riske atabilecek şeyler yapıyorsa… O daha bir aşktır. Öteki “Aşk değildir” demiyorum. Sadece bir derecelendirme yapıyorum.”

Aşkın yaşı yok dense de var aslında… Kuşkusuz her yaşın kendine özgü bir güzelliği vardır. Ama en güzel duygularla en erken buluşup en uzun süre yaşamak herkesin ortak istencidir.

Biz Kıbrıslı Türkler, hep halimize şükrede şükrede buralara geldik. Bazıları kızsa da gerçekten “mandra” yaşamına yıllarca mahkum edildik.

Kollarımız sevgiliden önce ikinci dünya savaşından kalma piyade tüfeklerine sarıldı. Bu bizim tercihimiz miydi? Hayır değildi. Şartlar öyle oluştu, ya da oluşturuldu.

Kısacası yarım asırdan uzun ömürleri geride kalan bizim kuşak dahil büyük çoğunluk yaşayamadığı yıllarının da hesaplaşmasını yapıyor. Hem geri gelmeyeceğin bilerek.

Ne çocukluğumuzu, ne gençliğimizi ne sonrasını adam gibi yaşayabildik. Dün kendimiz için kaygılar yaşarken şimdi çocuklarımız, torunlarımız için yaşıyoruz.

Kaygılar yaşam kalitemizi darmadağın yapmış.

Kaygılar, güzellikleri görmemizi de engelliyor.

Tek başımıza kurtulamayacağımızı biliyoruz. Ancak daha da önemlisi, birlikte kurutuluşa yürüyebileceğimize inanamıyoruz.

Bunlarla uğraşırken sevgiyi güzelliğiyle yaşama noktasında duvara toslamıyor muyuz?

* * *

Bugün Sevgililer Günü.

Sevgililer Günü’nde sarılacağınız bir sevgiliniz varsa ne mutlu size. Sevginin ve sevgilinizin değerini bilin.

Sevgide cömert, sevdiklerinizi kırmada olabildiğince cimri olmayı başarabilirseniz gerisi kolay.

Hayat, ikinci kez yaşanmanın imkansız anlardan oluşur… Her anı, sevgiyle harmanlayarak yaşamayı deneyelim. Ne kadar çok başarırsak, o kadar mutlu olacağız.

Şartlar çok ağır olabilir. En ağır koşullarda sevgimizi canlı tutabiliyorsak, tamamdır… Gerisini boş verin.

Sımsıkı sarılacak sevgiliniz var mı?

Yorumlar kapalı.