banner6

Piyasanın küçük hesapları içinde değiller

banner37

Müziğin gücüne inanan, iyi müziğin peşindeki çalgıcılar; “Gevende”…

Piyasanın küçük hesapları içinde değiller
banner90
banner99

“ Biz en iyi bildiğimiz şeyi yaptığımız sürece daha iyi bir dünya ve ülke var olabilir. Bizim de en iyi bildiğimiz şey müzik yapmak. Yaptığımız müzik kısa vadede Artvin’deki termik santralin önüne geçmez veya politik sorunları ortadan kaldırmaz. Müziğimizi dinleyen bir nesil var ve uzun vadede iki kişi bile etkilenip kafası biraz açılsa, dünyaya bakışını değiştirebilecek ufacık bir açı değişikliği sağlayabiliyorsak zaten mevzu oradan başlıyor.”

 Murat OBENLER

Yaptıkları müzik ile kendi tarzları oluşturmuş ve 10 yıldır da bu tarzı her geçen gün daha da genişleten/zenginleştiren Türkiye’nin doğaçlama müzik ustaları “Gevende” ile Eskişehir’den dünyanın dört bir yanına yayılan müziklerini konuştuk.  Lefkoşa Surlariçi’ndeki 1984 Bar’ın 5. Kuruluş yıldönümünde sahne alan Ahmet Kenan Bilgiç, Okan Kaya, Ömer Öztüyen, Gökçe Gürçay, Serkan Emre Çiftçi ve Tunç Çakır’dan oluşan grup iyi müzik yapma dertlerini bizlerle paylaştılar...
   

Evde başlayan üretimler…

SORU: Çoğu insan Gevende ile 2006’daki “Ev” albümü ile tanıştı ama ben biraz da Gevende’nin tohumlarının atıldığı ve yeşermeye başladığı Eskişehir günlerini anlatmanızı rica ediyorum.
CEVAP: Hepimiz Eskişehir’de okuma gitmiştik. Başka başka bölümlerde okurken arkadaşlık üzerinden birbirimizi tanıdık. Sonrasında müzik de yaptığımızı fark ederek birlikte çalmaya başladık. Bir tek İstanbul’a taşındığımızda Serkan gruba dahil oldu. Diğer arkadaşlar hep Eskişehir’den İstanbul’a göçme.
Aslında ilk Ahmet ile Ömer’in bir rock & roll grupları vardı. Sonra ben(Okan) gruba dâhil oldum ve grubun adını “Gevende Eğlencelik Oda Orkestrası” diye değiştirdik. Bestelerimizi de çalmaya başlayınca isim Gevende olarak kaldı.
Herkes üniversite şehri olan Eskişehir’e okumak için gitti(bu arada geç de olsa bölümlerimizden mezun olduk) ama müzik grubu olarak ayrıldık. Çok sanatsal üretim olan bir şehirdi. Öğrencilerin, müzisyenlerin gittiği mekânlar hep aynıydı. Evlerde de sanatsal üretimler vardı. Biz o evlerde başlayarak üretimlerimizi İstanbul’a taşıyanlardanız.
 

“Barda piştik”

SORU: Eskişehir-İstanbul geçişi nasıl oldu? Nasıl karar verdiniz, metropole adaptasyon vs. sıkıntılar yaşadınız mı?
CEVAP: Eskişehir’de bir arkadaşın barında sürekli sahne alıp doğaçlamalar yapıyorduk. Orada piştik. Hayaller büyüdükçe şehir yetersiz kaldı. İstanbul’a gidelim mi gitmeyelim mi diye hiç oturup konuşmadık zaten. Herkes okulu bitirir bitirmez İstanbul yolunu tuttu. İstanbul kendi içinde sağlam bir bağlantı ağı olan bir yer ve oraya dışarıdan gelip yer edinmek aslında bizi de zorladı. Gün geçtikçe daha fazla adapte olduk. Bu süreçte Baykuş Müzik’ten Sinan Sakızlı ile tanıştık ve onun yapımcılığında daha sağlam bir şekilde ilerledik. Grubun 6.üyesi gibi uğraştı ve hala öyle de devam ediyoruz.
Aslında biraz da söylemeye çekiniyoruz ama Roxy Müzik Günleri’nin bir tanesine katıldık ve 1.geldik.  Bir sonraki yarışmanın final gecesinde de Baykuş Müzik’ten Sinan ile tanıştık.(O yarışmanın en büyük vesilesi Sinan ile tanışmak oldu). Bir kültüre hizmet eden yarışmalar da olmadıkları için müzikal açıdan gururla söyleyemiyoruz. Jüri üyeleri yıllardır hep aynı ve piyasada aynı şey dönüyor.
  

“İyi müziğin hakkını verme derdindeyiz”
  

SORU: Gevende’nin çok kendine özgü bir müzik yapma yöntemi ve müziğe bakışı var. Bu müzikal bakışı biraz ifadelendirmenizi rica etsem…
CEVAP: Aslında bu aynı/farklı müzik kavramları bazen insanlar tarafından yanlış anlaşılıyor. Bu işin ünlü olmak, para kazanmak gibi amaçları oluyor. Ama bizim kendimizden ne çıktığına bakmak gibi bir motivasyonumuz var. Onu da yapan az var sanıyorum.
Tam da bu çaldığımız enstrümanlarla iyi bir müzik yapmaya çalışan bir takım adamlarız. Özünde buyuz. Bir tarz veya janrı değil nasıl iyi müzik yapabilirizin derdindeyiz. İyi yapıyoruz demiyoruz, iyi yapmaya çalışıyoruz.  İyi müziğin hakkını verme derdindeyiz. Yani niyetimiz iyi.
Ama çevremiz kötü.
 

“Her şey kendiliğinden oldu”

SORU: Beni müziğinizde en çok etkileyen müzik aletlerini bir dil olarak kullanarak bunlardan ortak bir dil yaratmanız ve belli bir milliyete ait olmayan (aslında hiç kimsenin ama aynı zamanda herkese ait bir dil) bir işitsel frekans yaratmanız oldu. Bunu nasıl başardınız?
CEVAP: Aslında onu da hiç düşünmedik. Bu dil de kendiliğinden oluştu. Evde doğaçlama yaparken bunu devam ettirdik ve bugünlere kadar geldik.
Geçtiğimiz günlerde “Gevende ve sözler” konulu soruya verdiğimiz cevapların evrimi aklıma geldi ve ilk röportajlarımızda “Bir şey anlatmak ille de sözlerle olmayabilir, hikaye de olabilir. Sonra bir enstrüman gibi düşünmek fikri gelişti. Sonra Beckett’in “Anlama duyulan bu ilgisizlik varken bu anlam arayışı da ne oluyor” lafını düşündüm. Sonra bir ara “Yani bazı sözler var ve o sözleri anlıyorsunuz da ne oluyor?” diyorduk. Bir ara öyle güzel sözcükleri bir araya getiren söz yazarları veya şairler var ki öyle bir şeyin hakkını verememekten bahsediyorduk. İşin başlangıcında her şey kendiliğinden oluştu.


 

Nepal ve değişim…

SORU: Nepal geziniz sizin müzikal altyapınıza/üstyapınıza neler kattı?
CEVAP: Nepal’a Seko dışında hepsimiz gitmiştik(O ara Seko ile tanışmıyorduk). 8-9 kişilik, az bir parayla ekip olarak hareket etmeye dayalı, oradaki müziğin insanların hayatında durduğu yeri gözlemlemeye ve anlamaya dair bir yolculuktu.  Nesnel olarak değil de daha çok müzik bakışımızın genişlemesine yardımcı oldu.
Ömer’in üzerinde oldu. Nepal’den beri konuşmuyor sadece çalıyor(Gülüşmeler)

SORU: “Gevende” serbest takılan çalgıcılar mı demek?
CEVAP: Adıyaman-Malatya civarlarında düğünlerde çalanlar kıvamında bir anlamı var ama daha çok aylak, kıymetsiz adam anlamı da var. İlk başta çalgıcı manasında düşünmüştük ama zamanla aylak/beş para etmez adam ana mana oldu.
  

SORU: Aslında grubun ilk albümü “Ev” ama grup hep yollarda, sokaklarda, konserlerde. Bu ironik bir isim olmuş. Nerden geliyor “Ev” ismi?
CEVAP: Eskişehir’de birlikte yaşadığımız ve tüm bestelerin çıktığı bir ev vardı. Albümdeki “Ev” o ev işte.
 

SORU: Bir konserinizde arkada görsellerle birlikte müziğinizi yaptığınızı gördüm. Görselin müziğinizdeki yeri nedir?
CEVAP: Görselle birlikte müziği kullanmayı istiyoruz. Hep böyle bir hayalimiz var ama teknik olarak çoğu zaman zorlanıyoruz. O yüzden şu anda müziğe odaklanmış durumdayız.
 

Ortak dil tutturmak… 

SORU: Sanatın diğer disiplinlerini de zaman zaman kullandığınızı ve/veya kullanan sanatçılarla ortak eserler/konserler yaptığınızı biliyorum. İleride de bu devam edecek mi?
CEVAP: Başka  bir grupla etkileşime Tobias Claim ve Damian Crusel ile başladık. İstanbul’da başladı ve 3 ülkeli bir proje olarak devam ettik. Başka bir kompozitörle çalışmak ayrı bir deneyim kazandırdı. Sonra Balbazar grubu geldi. O da bir Gevende CD’sinin Balbazar grubunun şefinin evinde unutulması ve şefin onu dinlemesi ile oluyor. İstanbul’da bizi buluyorlar, Paris’e davet ediyorlar, biz orada 1 hafta kalıp o dili(beden dili ile orkestra yönetimine olanak sağlayan “sound painting” yöntemi) öğreniyoruz, birlikte iki konser yapıyoruz.  O dönemdeki konserlerden birinde dansçılarla yapılan bir de performansımız oldu. Çıplak Ayaklar grubu(dans grubu)  ile de ortak performanslar yaptık. Bazen Ters Okyanus gösterisinde bazen de bireysel olarak gösterilerinde yer aldık. Ahmet ve Okan da onların gösterilerinin bir bölümünde müzik de yapıyordu.  Böylece hem halk olarak onlarla da bir dil oturttuk.
  

New Jazz…

SORU:  Gevende için bir müzikal kategoriden bahsetmek mümkün olmayabilir diye düşünüyorum. Bir gökkuşağı gibi her rengi müzikal olarak barındırdığını düşünüyorum. Siz nasıl ifade edersiniz müziğinizin rengini?
CEVAP: Toplamda kendi beğendiğiniz müziği yapıyoruz. Önce birbirimiz ikna oluyoruz( O da zaman alıyor). Hepimizin ortak beğendiği müzikler İskandinav müzikleri olduğunu söyleyebiliriz. Ordaki new jazz olarak adlandırılan müzik ve onların kullandığı tınılar bizim tınılarımızla uyuşuyor.
  

“Avrupa’da insanlar konsere katılıyor, sadece para verip oraya gelmiyorlar”
  

SORU: Türkiye’deki dinleyici ile müzikal alışverişiniz ile yurtdışındaki alışveriş arasında farklar var mıdır? Sizin deneyimleriniz bağlamındaki müzik kültüründen bahsediyorum.
CEVAP: Sahnelenmiş müzik üzerinden bakarsak büyük farklar olduğunu söyleyebiliriz. Alevi müzik kültürü, Ermeni müzik kültürü olan yani devamlı sahnelenmeyen (onun da bir izleyicisi var) kültürü dışarı bırakarak konuşursam yurtdışındaki izleyici daha önceki albümleri dinleyerek gelen, sessizlikle dinleyen, tamamen müzik odaklı davranan kişilerden oluşuyor. Ancak Türkiye’de maalesef müzik düştüğü zaman birbirimizi duymakta zorlandığımız bir durumdayız. O bizim için önemli ama “Abi Avrupa çok iyi ya” modunda değiliz.
İçinde yaşadığımız topraklar sana bir kültür aşılıyor.(İster sahiplen ister sahiplenme)Burası sonuçta çok uzun zamandır Müslümanlığın egemenliği olduğu, savaşların olduğu toprak parçası. Müziğin de iki amacı vardır. Acı ve mutluluk. Yani ağlatmak ve dans ettirmek. Hıristiyanlıkta insanlar kiliselere gittikleri zaman o korallere katılıyorlar. Katılmayı kilisede öğreniyorlar. Avrupa’daki konserlerde insanlar konsere katılıyor, sadece para verip konsere gelmiyorlar. Bu katılımı hissediyorsunuz. Sıkılıyorsa çıkıyor. Öyle bir kültür var. Türkiye’de “E hadi konser var madem gidelim bari konsere başka ne yapacağız ki. İçki içelim, etrafa bakalım bari” modu var. Türkiye’de de kemikleşmiş kitlemizin çoğunlukta olduğu konserleri hissediyoruz(katılım için gelmiş). Yıllardır arkamızda olan, dinlemeyi bırakmamış kitlemizin olduğu konserlerden mutluyuz.
 

“Piyasanın küçük hesapları içinde olmadık”

SORU: Kültür emperyalizmi karşısında cesurca durabildiğinizi söyleyebilir misiniz?
CEVAP: Gevende’nin 15 yıldır aranjman yaparken “parça uzun mu kısa mı acaba radyolarda çalınır mı, gibi refleksleri olmadı. Grupsan ve daha çok dinlenmek istiyorsan bazı kriterlerin içine giriyorsun.  Sonuçta fikir emperyalizme başından itibaren altını çizmeden karşı durduğumuzu biz de sonradan fark ettik.
   İyi müzik yapıp daha fazla kitleye ulaşma fikri hala daha geçerli ama her iyi müzik eskisi gibi karşılık bulup kendini devam ettirebilecek pozisyona gelemiyor çünkü sosyal ağ dediğimiz mecrada ne kadar görünüyorsan o kadar varsın.  Bir sürü soru işaretiyle dolu bir ortamda müzik yapılıyor.
   Biz en iyi bildiğimiz şeyi yaptığımız sürece daha iyi bir dünya ve ülke var olabilir. Bizim de en iyi bildiğimiz şey müzik yapmak. Yaptığımız müzik kısa vadede Artvin’deki termik santralin önüne geçmez veya politik sorunları ortadan kaldırmaz. Müziğimizi dinleyen bir nesil var ve uzun vadede iki kişi bile etkilenip kafası biraz açılsa, dünyaya bakışını değiştirebilecek ufacık bir açı değişikliği sağlayabiliyorsak zaten mevzu oradan başlıyor.
Emperyalizmin standartlarına takmayıp iyi şeyler yapmaya çalışıyoruz. Biz hiçbir zaman piyasanın küçük hesapları içinde olmadık (dinlensin de nasıl olursa olsun mantığı).Biz bir zaman aralığında bir sesler bütünü yapıyoruz ve o birini etkiler diye düşünüyoruz.
Biz yaptığımız müziğin bir gücü olduğuna inandığımız için o müziği yapıyoruz ve orda kalmaya emek harcıyoruz. Herkes zaten elinden gelenin en iyisini yapsa bu olumsuz şeyleri de görüşmez olurduk.
 

“Her yerde çalmaya hazırız”

 SORU: Dünya dışında da müziğinizin dinlendiğini düşünüyorum. Durum nedir o konuda.Olumlu sinyaller geliyor mu?
Bilimsel şeyleri takip etmeye çalışıyorum. NASA’yı, Cern’i takip ediyorum. Onlardan bir şey çıkmazsa inanmam. Enerji yok olmuyor, bizim yarattığımız ses de çıkıyorsa çıkıyordur. Bir dışarıdan gelseler de günümüzün klasik sorunlarını unutsak. Biz her yerde çalmaya hazırız. (Turne olarak).(Bunu da iletirseniz).
  

Şubattan önce single

SORU: 3.albümden sıcak haberler nedir?
CEVAP: Yeni albümümüz Şubat’ın sonunda çıkıyor ama ilk defa şubattan önce single yayınlanacak.(Yani bir şarkıyı önden açacağız)Yani tabi tüm parçalar birbirinden alakasız olacak. Şaşırtmalı olabilir.
 

Güncelleme Tarihi: 20 Kasım 2016, 12:57
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER

banner111

banner34

banner75

banner104