Önemsememek panik olmaktan daha kötüdür…

Koronavirüs konusunda önemsememek veya tedbir almamak panik olmaktan daha kötüdür. Bu işe bakarız deme lüksümüz yoktur. Tedbirli olmak gerekiyor. Evet, sakin ve soğukkanlı olmaya çalışacağız ama panik olunacak diye karar üretmekten çekinmemeliyiz.
   Bugün Dünya’nın en güvenli ve gelişmiş ülkelerinde dahi ciddi tedbirler alınıyor. Bu hususta dikkatli olmak gerekiyor; halk sağlığı her şeyin üzerindedir.
   Kendimizi ve çevremizi hijyen hususlarında bilgilendirmeli ve yönlendirmeliyiz. Ülkemizde salgın bir durumun olmadığının ama sıkı bir yönteminin uygulandığının farkında hareket etmeliyiz.

 

Özün ve sözün bir olacak…
 

Sevdiğim bir arkadaşımla sohbet ederken bu konular üzerine dertleşiyorduk. Tam da o sırada Türkiye Cumhuriyeti’nde siyasette yer almış bir aile büyüğünün sözünü zikretti. “Esas olan ne söylediğin değil, ne söylemeyeceğindir.” Gerçekten de öyle yapılamayacak, gerçekle bağdaşmayan sözleri çok kolay söyler olduk.
   Toplumdaki güven bunalımının ana nedenlerinden biri de budur aslında. Güvenilir olabilmek veya etrafında böyle insanlarla yol alabilmektir. Bulup da kaybetmek de en zor olanıdır.
   Topluma örnek olacak insanların en fazla dikkat etmesi gereken de özü ve sözünün bir olmasıdır. Yapamayacağını yapacak gibi göstermek telafisi olmayan olayların başlangıcına neden olup sonucu iyi olmayacaktır.
   Siyasetteki en büyük problemin de halkla ve kendi ekipleriyle doğruyu paylaşmamak olduğunu düşünüyorum. Bir de suça ortaklar yaratırız sıkıştığımız anda ben istedim ama başkası istemedi tarzında.
   Cesareti kendimizde değil başkasında ararız, boş konuşmaların getirdiği süreçte. Ülke olarak ne söylemeyeceğimizi bilme noktasında yol almamız gerektiği açık. Belki de bu felsefeye sahip oldukça var olan güven bunalımını da aşmış oluruz.
   Ülkemizde artan gazete sayısı ve sosyal medyayı da dikkatlice incelediğimizde bazı şeyleri daha rahat anlayacağız. İtibarsızlaştırma olayını özele indirgemeyeceğim. Yoksa eğitimden tarıma, polis teşkilatından meclise kadar çok sayıda örneklemeler ortaya koyabilirim.
   Kurumsal yapısı oturmayan kendi ayakları üzerinde duramayan bir noktadayız. Bazen yapmak istediklerimizi personel veya maddi yetersizliklerden dolayı yerine getiremeyiz.

 

En kolayı yıkmak…
 

Var olan gerçekleri kısa süre zarfında olumluyu çevirmek çok da kolay değildir. Ama hedef daima hataları görüp daha iyiye gitmek olmalı. Bunu başardığımız ve üzerine koyduğumuz alanlar da mevcuttur. En kolayı yıkmak ve itibarsızlaştırmaktır.
   Bir yükseköğrenim adası olmak kolay değildir ama üniversiteleri itibarsızlaştırmak kolaydır. Ülkenin güvenliğini ve asayişini sağlamak çok zordur; ama polis teşkilatını yıpratmak o denli zor değildir. İstendik sonuç elde etmek kurumsal yapısı oturmuş, stratejisi olan, nitelikli ve yeterli elemana sahip örgütlerde mümkündür. Zannedersem ülke geleninde yukarıda bahsettiğim üçgene sahip kurum ve teşkilat yeterince yoktur.
   Eleştirmek daha iyiye gidebilmek için bir fırsattır. Bunu da yapmaktan çekinmemek lazım. Eleştiri şartlar ve gerçeklerle örtüştüğü zaman yapıcı ve yol gösterici bir boyuta ulaşmaktadır. Bunu da ortaya koyacak eleştirmen ne kadar var, o da ayrı bir tartışma konusu? Fazla gazete ve yazar nitelikli haber anlamına gelmemektedir. Bunun sıkıntısını gelinen ve gelişen süreçte yaşıyor, yaşamaya da devam edeceğiz.
   Ülkenin kurumunu ve örgütünü eleştirmek herkesin hakkıdır; ama itibarsızlaştırmak tehlikeli bir oyundur. İtibarsızlaştırmak yok etmenin başlangıcı ve çizilen stratejinin kilit noktasıdır. Bu kilit nokta beraberinde “Burası devlet değil muz cumhuriyetidir” söylemini sloganlaştırır. Maneviyat ve değerler devlet üzerine değil kişisel menfaat ve çıkarlar üzerine odaklanır.
   Sonucu belli olan oyun oynanır; alkışlar arasında perde kapandığında sergilenen tragedyanın bir oyuncusu dahi olduğunu anlamazsın.

 

YORUM EKLE

banner111

banner34

banner75

banner104